Öne Çıkanlar cemal kaşıkçı maç saat kaçta kktc 24 haziran seçimleri ingiltere türkiye İngiltere Uygur Londra HMT Samsunspor Halifax London Clinic

Bu haber kez okundu.

Bir Martı gözüyle bir dünya başkenti : Londra

Londra'ya bir kez ayak bastıktan sonra bu kentin cazibesi ve size sundukları karşısında büyülenmemek mümkün değil. Tarih, sanat, kültür, iş, eğlence ve daha aklınıza gelebilecek hemen her konuda bir dünya başkentinin kucağında buluveriyor insan kendini bir anda. Hele alış-veriş yapmaya niyetliyseniz Londra'nın size sunabileceği renkler, zevkler, tarz ve çeşitler karşısında ciddi tercih karmaşasına da düşebilirsiniz. "Niyetliyseniz" dedim ama bence Londra'ya gelip de bu cazibeyle karşılaşınca niyet olmasa da alış-veriş sizi yakalayıverecektir zaten.

 

Bir yerleşim merkezi olarak yaklaşık ikibin yıllık geçmişi var Londra'nın. Bu haliyle, örneğin İstanbul'dan daha eski olduğu söylenemez. Bununla beraber, Romalılar tarafından 43 yılında kurulan kent zaman içinde hızla gelişerek 1831'den 1925'e kadar dünyanın en kalabalık nüfusa sahip kenti olma özelliğini elinde tutmuş. Bugün de metropol alan itibariyle 15 milyonu aşkın nüfusuyla Avrupa Birliği'nin en kalabalık kenti. Bir zamanlar "üzerinde güneş batmayan imparatorluk" olarak anılan Büyük Britanya'nın başkenti olunca çok kültürlü bir yapı da ister istemez kentin dokusuna işleyiveriyor. Londra'da 300 civarında dilin konuşuluyor olması da bundan ileri geliyor. Gururla ekleyelim: Türkçe elbette bu dillerden biri, çünkü Birleşik Krallık'ta yaşayan ve dilimizi konuşan 400.000'in üzerindeki toplumun önemli bir kısmı da Londra'da yerleşik.

 

Çok kültürlülük bireysel hak ve hürriyetlere saygı, düşünce ve ifade özgürlüğü, hoşgörü gibi kavramların da yaygın ve etkin kullanımıyla zenginleşince Londra çok renkli ve kozmopolit bir yaşamın akışı içinde kucaklıyor gezginlerini. Londra'da sanırım kısa sürede sizi etkileyen en önemli ve hissedilir özellik tek kelime ile özetlenecek olursa ben bu kelimenin "özgürlük" olacağını düşünüyorum. Sanat, kültür ve sosyal yaşamda da özgürlük en belirgin özelliklerden biri olarak öne çıkıyor.

Londra adeta bir Müze cenneti. Bu kente gelince kendinize yapacağınız gezi programının öncelikli unsurları arasında dünyanın en ünlü müzeleri olan British Museum, Victoria and Albert Museum, Natural History Museum, National Gallery ve Tate Gallery gibi yerleri ziyaret mutlaka yer almalı. Benim neslimin çok iyi hatırlayacağından kuşku duymadığım Emin Oktay'ın tarih kitabında gördüğümüz Fatih Sultan Mehmet'in İtalyan ressam Gentile Bellini tarafından yapılmış meşhur portresi Londra'da National Gallery'nin envanterinde yer alır. Son birkaç yıldan beridir de Victoria and Albert Müzesi'nde sergilenmektedir. Bence bu müzeler mutlaka görülmeli ama bunları görüp de "biraz daha farklı ne görebilirim" diye hayıflananlar için benim önerilerim Bilim Müzesi, Oyuncak Müzesi, Sinema Müzesi ve Ulaştırma Müzesi olacaktır. Sadece tüm bu saydıklarımı gezseniz dahi Londra'nın müzelerinin ancak temsili bir bölümünü görmüş olursunuz.

 

 Hep müze gezecek değilsiniz elbette. Sanat denince Londra'nın ünlü tiyatro, müzikal ve diğer sahne sanatlarının sergilendiği West End ve Strand bölgelerini de ihmal etmemek gerekir. Bu konuda tercihler zevke göre değişecektir. Bazı eserlerin 25 yılı aşkın bir süredir sahnelenmeye devam ettiğini öğrenince bunları izlemek ister istemez sizin de içinizden gelecektir. Shakespeare severler için önerim Globe Theatre'ı mutlaka ziyaret etmeleri olacak. Benim favori mekanlarımdan biri de konser, opera, bale ve daha birçok sahne sanatı gösterilerini zevkle izlediğim Royal Albert Hall.

Londra'da gezerken gözünüze çarpması kaçınılmaz bir görüntüyü de o meşhur "pub"ların önünde toplanan kadınlı erkekli, yaşlısı ve genciyle Londra'lıların  sosyalleştikleri saatler oluşturacaktır. Buna öğle yemeği saatlerinde olduğu gibi akşam yemeği öncesinde, bir tiyatro öncesi veya sonrasında da rastlayabilirsiniz. Bir bira içmeden ve bu deneyimi yaşamadan Londra'nın tadına varmış olunmaz. "Pub"lar aslında ayrı bir yazı hatta araştırma konusu dahi olabilir. En meşhurlarını sıralamaya kalksam bu yazı uzar gider; iyisi mi ben en turistik olanını belirtmekle yetineyim: "Ye Olde Cheshire Cheese" Fleet Street üzerinde küçük bir ara sokakta yer alır ve Charles Dickens, Sir Arthur Conan Doyle, Oscar Wilde dışında Voltaire, Thackeray ve Mark Twain'in de sevdikleri içecekleri yudumlayarak sosyalleştikleri bir mekan olarak nam salmıştır.

 

Fleet Street Londra'nın merkezi "City"nin eskiden en önemli caddelerinden biriydi. Bu özelliği de Londra basınının gözbebeği olmasından ve önde gelen gazetelerin bu cadde üzerinde yer almasından kaynaklanıyordu. Burayı en son 2005 yılında Reuters terketti. Basın ve finans dünyası birbiriyle artık eskisi gibi iç içe değil. Ama "City" 2 mil karelik bir alan içinde yerleşmiş bankaları, yatırım ve sermaye kurum ve kuruluşlarıyla Londra'yı dünyanın en önemli finans merkezlerinden biri olarak önde tutmaya devam ediyor. Londra'nın merkezinde de neredeyse her yıl yeni bir bina yükseliveriyor ve ilgi odağı olup dikkat çekiyor. Son olarak bunlara katılan da "Shard" oldu. Yaklaşık 310 metre yüksekliğindeki bu gökdelen şu sırada Avrupa Birliği sınırları içinde yer alan en yüksek bina olma özelliğini taşıyor (Bu satırları okurken Paris'teki Eiffel'i düşünenleri görür gibiyim. Eiffel, birkaç metre de olsa, hala en yüksek; ama "bina" olarak kabul edilmiyor). Shard modern mimarisi ile Londra'ya gelen turistlerin de ziyaret ettikleri mekanlardan biri olarak ön sıralarda yer alıyor.

 

 Londra'nın mimari bütünlüğünün bu gibi yeni, modern ve kentin dokusuyla tam olarak örtüşmeyen yapılanmalara rağmen korunduğunu söyleyebilirim.  Şöyle gözlerinizi kapatıp bir sokağın bir ucundan sonuna kadar yürüdüğünüzü ve tüm binaların birbirleriyle uyumlu bir görüntü verdiğini düşünün bir kez. Londra'nın böyle mahalleleri var ve görülmeye değer bir görsel şölen sunuyorlar. Ama bunların daha çok kentin 1666 büyük Londra yangınından sonra ünlü mimar Sir Christopher Wren'in başlattığı bir sürecin sonunda kazanıldığını, esasen bu yangın öncesinden kalan ünlü binaların sayısının da hayli az olduğunu vurgulamak gerek. Bütün bu binaların, tarihi dokunun ve yerleşimin insanların üzerine bıkkınlık verircesine baskı oluşturmadan zevkle izlenebilmesinin en büyük sırrı da şüphesiz kentin bol nefes alan, geniş ve yemyeşil parklarında yatıyor. Londra'da yürümek, hele parklarda yürümek, elinizle sincap beslemek, kuş cıvıltıları arasında günün yorgunluğundan sıyrılmak istediğinizde işte bu parklar adeta size başka bir evrene gitmiş gibi bir his ve huzur veriyor.

 

 Ben hep bir kenti süsleyen en önemli güzelliklerden birinin de içinden su geçişi olduğunu düşünegelmişimdir. İstanbul'lu olmak böyle bir hissi kanıksatıyor olmalı. Thames nehri Istanbul boğazı kadar olmasa da Londra'ya bir hareket katıyor ve kenti daha da güzelleştiriyor. Nehrin üzerindeki köprüler de üzerlerinden yürüdükçe ve bir yakadan diğerine geçtikçe kentin silüetini size izletmek ve Londra'yı hafızanıza nakşetmek için birbirleriyle yarışıyorlar.

 

Londra bugün dünya gündeminin hareketliliği içinde hep ön sırada kalmayı başaran bir kent olmaya devam ediyor. Farkında mısınız bilmem, üzerinde güneş batmayan bir ülkenin başkenti olma özelliğini kaybedeli çok oldu ama siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel ve sportif açılardan hala kendini hatırlatan özellikleri bir araya getirmeyi sürdürebiliyor. 2011 yılında Prens William ile Kate'in evliliği, 2012 yılında Kraliçe II. Elizabeth'in tahttaki 60. yıldönümünün kutlandığı Elmas Jübile törenleri, aynı yıl Olimpiyat oyunlarına Londra'nın üçüncü kez evsahipliği yapışı ve bu özelliği elinde bulunduran yegane kent oluşu, yakın tarihte adından en çok söz ettiren başbakan olarak anılan Margharet Thatcher'ın bu yıl ölümü ve cenaze töreni, son olarak da kraliyet ailesinin en yeni ferdi ve müstakbel kral George Alexandre Louis'nin doğumu... Biz hep Londra'yı izlemeye devam ediyoruz. Londra da bize baktıkça yarın gündeme hangi konuda damga vuracağını planlamaya devam ediyor ve bunu dünyanın diğer kentlerine adeta nispet yaparcasına kurguluyor.

 

 

 

Londra'nın üzerinden bir Martı uçuşuyla geçerek sunduğum bu yazı bu yaşam dolu kent hakkında size yeterli bilgi verebilmeyi amaçlamamıştı. Maksat sadece iştahınızı kabartmak ve sizi Londra'yı yaşamaya yönlendirmekti. Umarım bu hedefe ulaşabilmişimdir.  Bundan 236 yıl önce 20 Eylül 1777'de Samuel Johnson ile James Boswell arasında geçen o meşhur konuşmada Johnson'un sarfettiği cümle aslında herşeyi özetlemiyor mu?

 

 

 

"Londra'dan bıkmak hayattan bıkmaktır, zira Londra'da hayatın sunabildiği herşey mevcuttur."

 

 

 

BU YAZI  KADIKÖY MAARİF KOLEJİ VE ANADOLU LİSESİ MEZUNLAR DERNEĞİ YAYINI OLAN "KADIKÖY MAARİF" DERGİSİ'NİN SONBAHAR 2013 SAYISINDA  (YIL:8 SAYI: 30) YAYIMLANMIŞTIR.

 

 

 

T.C.Londra Büyükelçisi 

 

Ahmet Ünal Çeviköz, Londrayı yazdı. 

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.