Avrupa Ajansı AVA Avrupalı Türklerin Sesi

İskoçya'nın bağımsızlık arayışında yeni perde: İskoç Ulusal Partisi’nin seçim zaferi

DÜNYA

İskoçya’nın bağımsızlık referandumu önümüzdeki dönemde Britanya’nın en önemli gündem maddesi olmaya devam edecek ve olası bir referandumda İskoçya halkı tam ortadan ikiye bölünecek.

Eylül 2014’te İskoçya’nın bağımsızlığı için yapılan referandum İskoç halkı tarafından yüzde 55,3 ile reddedilirken bu sonuç dönemin İskoçya Bölgesel Başbakanı ve İskoç Ulusal Partisi (SNP) lideri Alex Salmond’ın istifasını da beraberinde getirdi. Salmond’ın istifa edeceğini söylemesinin üzerinden bir hafta geçmeden Salmond’ın yardımcısı olan Nicola Sturgeon, hem SNP liderliği hem de başbakanlık için adaylığını ilan etti. Salmond istifa konuşmasında Sturgeon’la ilgili, “Onun tarihe geçeceğinden hiç şüphem yok,” ifadesini kullanmıştı. Sturgeon önce tek aday olduğu SNP liderliğine seçildi. Hemen ardından da Muhafazakâr Parti’nin İskoçya lideri Ruth Davidson ile girdiği İskoçya Bölgesel Başbakanlığı yarışını 66’ya 15 şeklinde neticelenen milletvekili oylamasıyla rahatça kazandı ve 15 yıllık İskoç parlamentosunun ilk kadın başbakanı olarak tarihe geçti.

İskoçya Bölgesel Başbakanı olarak seçildiği Kasım 2014’ten bu yana David Cameron, Theresa May ve Boris Johnson olmak üzere üç farklı Birleşik Krallık başbakanı ile çalışan Sturgeon, bu süreçte İskoçya’nın bağımsızlık talebini dile getirmekten hiç vazgeçmedi. Mayıs 2016’da yapılan parlamento seçimlerinde SNP’nin çoğunluğu kaybetmesi ve David Cameron’ın halihazırda bağımsızlık referandumuna onay veren Birleşik Krallık başbakanı olarak görevde olması nedeniyle Sturgeon yeni bir referandum talebi konusunda sesini yükseltememişti. Fakat Haziran 2016’da Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği’ndeki (AB) geleceğinin oylandığı referandumdan ayrılık kararı çıkınca (Brexit) bu defa da dönemin Başbakanı David Cameron “reformist” AB yanlısı olarak seçimin kaybedenleri arasında yer alacak ve istifa etmek zorunda kalacaktı. Öte yandan, İskoçya ise yüzde 62 ile en yüksek oranda AB yanlısı olan Birleşik Krallık ülkesi oldu. Krallığı oluşturan diğer üç ülkeden İngiltere’de AB yanlıları yüzde 46,6, Kuzey İrlanda’da yüzde 55,8 ve Galler’de yüzde 47,5’ti. Bu noktada İskoçya’nın bağımsızlık talebinde yeni bir döneme geçilmiş oldu.

Sturgeon ve SNP, Brexit referandumundan sonra İskoçya oylarının AB’de kalmaktan yana olmasından da motive olarak İskoç halkının kendi geleceği hakkında söz sahibi olması gerektiği söylemine sıkıca sarıldı ve ikinci bağımsızlık referandumunu tekrar dile getirmeye başladı. Dönemin başbakanı Theresa May ise ülkenin tüm enerjisinin AB ile ayrılığa vermesi gerektiğini, ikinci bir bağımsızlık referandumunun sırası olmadığını söyleyerek İskoçya hükümetinden gelen bu talepleri reddetti.

2016’da başlayan Brexit süreci, AB ile ayrılık anlaşmasını Birleşik Krallık parlamentosundan geçirememesi üzerine Theresa May’in 2019’da duygusal bir konuşmayla istifa etmesiyle devam etti. May’in yerine göreve gelen ve daha önce iki dönem Londra belediye başkanlığı yapmış olan Boris Johnson hem AB hem de İskoçya’nın bağımsızlığı konularında Muhafazakar Parti’nin şahin tarafını temsil ediyordu. 2019’dan Brexit sürecinin tamamlandığı 2020’nin son gününe kadar Sturgeon çeşitli vesilelerle ikinci bağımsızlık referandumu talebini dile getirse de bu talep Johnson ve Birleşik Krallık hükümeti tarafında olumlu karşılık bulamadı. Öyle ki Ocak 2020’de ikinci bir bağımsızlık referandumu için Sturgeon tarafından yapılan resmi başvuru, Johnson ve hükümetinin 2014 yılındaki referandumun “bir jenerasyonda bir defa” olacak şekilde düzenlediğini hatırlatmasıyla yine resmi olarak reddedildi. Gerçekten de SNP’nin 2014’teki bağımsızlık referandumundaki parti bildirisinde ve dönemin İskoçya Bölgesel Başbakanı Alex Salmond’ın bazı röportajlarında referandumun “bir jenerasyonda bir defalık bir fırsat” olduğu ifadesi yer alıyor. Birleşik Krallık hükümetinden ve onun liderinden sık sık gelen bu hatırlatmaya İskoç tarafı referandumun önemini vurgulamak için kullanılan bir cümle olduğu savunmasıyla karşılık veriyor ve bu ifade bugün dahi İngiltere tarafının en önemli argümanlarından biri olmaya devam ediyor.

Son seçimler ne söylüyor?

Yaklaşık üç hafta önce yapılan İskoçya seçimlerine geçmeden önce şunu belirtmekte fayda var: İskoçya’nın seçim sistemi 129 koltuktan oluşan parlamentoda çoğunluğun tek bir partide olmaması üzerine tasarlanmış “karma nispi temsil” sistemidir. Her seçmenin iki oy hakkına sahip olduğu İskoçya’da ülke ilk olarak partilerin adaylarının yahut bağımsız adayların yarıştığı 73 “seçim bölgesine” ayrılıyor ve her bölgede en çok oyu alan kişi milletvekili seçiliyor. Buna ek olarak seçmenler her bölgeden yedi milletvekili çıkacak şekilde sekiz “bölge” için ikinci oylarını kullanıyor ve 56 milletvekili (liste usulü) de “D’hondt sistemi,” yani nispi temsil sistemi denilen yöntemle belirleniyor.

6 Mayıs 2021’de yapılan son seçimlerde İngiltere’deki yerel yönetimler ve Galler meclisinin yanında İskoçya parlamentosu için de sandıklara gidildi. SNP İskoçya’da çoğunluk hükümetini kuracak 69 milletvekili sayısına ulaşamasa da 1999’dan bugüne kadar yapılan İskoç parlamentosu seçimlerinde “73 seçim bölgesinde” yüzde 47,7’lik oy oranına ulaşarak benzeri olmayan tarihi bir zafer elde etti ve mecliste 64 sandalye kazandı. Bu tarihi zafer SNP’ye çoğunluğu getirmese de SNP gibi bağımsızlıktan yana olan İskoç Yeşiller Partisi’nin yüzde 1,3 oy alarak 8 sandalye kazanmasıyla birlikte parlamentoda bağımsızlık yanlısı milletvekili sayısını 72’ye çıkartıyor ki bu da 1999’dan bu yana bağımsızlığı destekleyen milletvekillerinin ulaştığı en yüksek sayı. Seçim sonuçlarına göre İskoç Ulusal Partisi 64, Muhafazakâr Parti 31, İşçi Partisi 22, İskoç Yeşiller Partisi sekiz, Liberal Demokratlar dört milletvekili çıkarmış durumda. Bunlardan SNP ve Yeşiller Partisi bağımsızlık yanlısı partiler.

Yukarıdaki tablo milletvekili sayısı açısından bağımsızlık için yeterli sayıya işaret etse de olası bir bağımsızlık referandumunda İskoç halkının bağımsızlığı onaylayıp onaylamayacağı hakkında hâlâ net bir şey belirtmiyor. Zira oransal olarak bağımsızlık yanlısı partilerin oylarını topladığımızda bu oran yüzde 49’a tekabül ediyor. SNP’nin yeterince bağımsızlık yanlısı olmadığı öne sürülerek Alex Salmond tarafından kurulan Alba Partisi’nin hiç milletvekili çıkaramamasına rağmen “liste usulü” oylamada yüzde 1,7 oy aldığını da belirtmekte fayda var.[1] Öte yandan yapılan kamuoyu yoklamaları Brexit ve AB’den ayrılmanın etkisiyle bağımsızlığa olan desteğin yüzde 50’nin üstünde olduğunu gösteriyor ki bu noktada İskoçya’nın bağımsızlığına verilen destek zirveye ulaşmış görünüyor. Birleşik Krallık merkezli YouGov araştırma şirketinin en son yaptığı iki ankete göre 2020’nin Ağustos ve Kasım aylarında bağımsızlığa destek verenlerin oranı sırasıyla yüzde 53 ve yüzde 51.[2] Yine Birleşik Krallık merkezli Ipsos MORI şirketine göre geçtiğimiz Şubat ayındaki yoklamalara göre İskoçların yüzde 52’si bağımsızlıktan yana.[3]

Peki parlamentodaki bağımsızlık yanlısı milletvekillerinin çoğunluğu yahut anketlerdeki bağımsızlığa olan desteğin yüzde 50’yi geçmesi ikinci bir bağımsızlık referandumu için yeterli mi? Birleşik Krallık tarafından bugünkü İskoçya parlamentosunu (Holyrood) oluşturan ve İskoçya’ya sağlık hizmetleri, yerel yönetim, eğitim, konut, ulaşım, polis, yargı, tarım, sanat ve sosyal hizmetleri gibi alanlarda yetki devri yapan “1998 İskoçya Yasasına” göre bunun cevabı hayır. Bu yasanın 30’uncu maddesine göre İskoçya’nın ikinci bir referandum yapabilmesi için Londra’daki Birleşik Krallık parlamentosunun izni gerekiyor ve 2014’teki ilk referandumda da bu madde referans gösterilerek İskoçya’ya bağımsızlık referandumu için izin verilmişti.[4]

Son seçimlerden sonra Sturgeon yaptığı hemen her açıklamada sonuçların ikinci bir referanduma işaret ettiğini söyledi. Sturgeon seçimin ertesi günü henüz resmî sonuçlar açıklanmadan bir televizyon kanalına verdiği röportajda da Birleşik Krallık Başbakanı Johnson’ın ikinci bir referandumu engellemek istiyorsa Yüksek Mahkemeye gitmesi gerektiğini söyleyerek hukuki mücadeleden de kaçmayacağının sinyalini verdi. İskoç tarafının salgın sebebiyle yakın bir tarihte referandum talebinde bulunması beklenmese de bu sadece bir yahut iki yıllık bir erteleme anlamına geliyor. Ayrıca 2017’de İspanya’nın özerk bölgesi Katalonya’da Katalan parlamentosunun tek taraflı aldığı referandum kararından sonra yaşananlar İskoçya’nın neden “hukuki” olmayan bir referandum gerçekleştirmemesi gerektiği için fikir veriyor.[5] Bununla birlikte Ipsos MORI tarafından son seçimlerden hemen dört gün sonra 10 Mayıs’ta yapılan başka bir ankette, referandumda İskoçya bağımsızlığını destekleyeceğini söyleyenler arasında dahi yeni referandum için hukuki bir yol izlenmesi gerektiğini düşünenlerin oranı yüzde 56.[6]

Bağımsızlığın maliyeti

SNP’nin içindeki sabırsız ayrılıkçıları da kontrol etmek zorunda olan Sturgeon’ın ilk etaptaki planı referandum talebini İskoç parlamentosuna doğru zamanda getirmek olacaktır. Salgın biter bitmez bu planı devreye sokması beklenen Sturgeon’ın bunu yaparken Boris Johnson’ı, bu talebi reddetmesi durumunda, “halkın isteğini reddeden bir lider” pozisyonuna sokmak isteyecektir. Sturgeon için bundan sonraki adım ise yukarıda belirtildiği gibi Yüksek Mahkemeye gitmek. 2007’den bu yana dört dönem üst üste İskoçya parlamento seçimlerini kazanan ve yönetimi elinde bulunduran SNP’nin en büyük zaafı ise bağımsızlığın ekonomik maliyeti. İskoçya’nın para birimi, bütçe açığı, ayrılığın gerçekleşmesi halinde İngiltere ile ticaretin ve gümrük tarifelerinin ne olacağı cevaplanmamış sorulardan bazıları. İktisat biliminin kurucusu kabul edilen Adam Smith’in ülkesini bağımsızlığa kavuşturmayı arzulayan SNP’nin ve Sturgeon’ın ironik bir şekilde bu maliyet ve bağımsızlık sonrası İskoçya ekonomisiyle ilgili ikna edici bir politikası olduğunu söylemek zor.

İskoçya’nın en önemli dayanaklarından biri olan Kuzey Denizi’ndeki petrol ve gaz rezervleri ise geçmişteki kadar etkili olmayabilir. Bugün petrol ve gaz endüstrileri hâlâ İskoçya’nın gayrisafi yurt içi hasılasının (GSYİH) yüzde 10’unu oluştursa da çeşitli hesaplamalar Kuzey Denizi’nde çıkarmaya değer petrol ve gaz rezervinin ortalama 30 yıllık ömrü kaldığını gösteriyor. Ayrıca İskoçya’nın 2045 yılı için koyduğu sıfır emisyon hedefi ve halihazırda elektriğinin yüzde 97’sinden fazlasını yenilenebilir enerji kaynaklarından elde ettiği düşünülürse 1960’lardan 2010’lara kadar İskoç ayrılıkçılarının ana söylemlerinden olan Kuzey Denizi’ndeki rezervler bugün tek başına tatmin edici değil.

İngiliz tarafında ise Boris Johnson’ın İskoçya’yı “Birliğin” içinde tutmaya nasıl ikna edeceği henüz netleşmiş değil. Johnson seçimden hemen sonra açık bir şekilde referandum talebinin sorumsuzca olduğunu belirtse de İskoç parlamentosundan geçecek olası bir referandum kararını tekrar reddetmesi pek kolay değil. İskoçya’nın zayıf noktası olan ekonomi doğal olarak İngiltere’nin en önemli kozlarından biri olacaktır.

Johnson’ın ana stratejilerinden biri, bağımsızlık durumunda ortaya çıkacak ekonomik ve politik maliyeti somutlaştırarak göstermek olacaktır. Mesela İskoçya’nın para biriminin İngiltere’nin desteği olmadan serbest piyasada nasıl fiyatlanacağı veya İskoçya’nın pandemi sonrası yüzde 20’nin üzerinde olan bütçe açığının GSYİH’ye oranı ile AB’nin ortak para birimine (Avro) geçmesi için gerekli olan yüzde 3’lük orana nasıl ulaşacağı, bunların maliyeti ve rasyonelliği Londra tarafından kullanılacaktır. Kişi başına düşen kamu harcamasında İskoçya’da yaşayan birinin merkezi bütçeden aldığı payın (11 bin 566 sterlin) İngiltere’dekinden (9 bin 604 sterlin) fazla olması Londra’nın elindeki önemli başka bir ekonomik gösterge.[7]

Johnson’ın kraliyet ailesinden de bu konuda yardım istemesi ihtimaller arasında. 2014 referandumu öncesinde İngiltere Kraliçesi 2. Elizabeth’in “İskoçya gelecek hakkında dikkatli olmalı” açıklaması o gün kraliyet ailesinin bir uyarısı olarak yorumlanmış ve seçimlere etkisi olduğu düşünülmüştü. Geçen hafta Kraliçe’nin torunu ve kraliyet tahtının ikinci adayı olan Cambridge Dükü Prens William’ın İskoçya Kilisesi ziyareti ve orada yaptığı açıklamalar da bu bağlamda okunabilir.

Tüm bu yaşananlar ve veriler birlikte, 1200’lü yılların sonunda İngilizlere karşı verilen Birinci İskoç Bağımsızlık Savaşı’yla başlayan ve bugün 700 yılı aşan bu mücadelenin artık yeni aşamasına geçildiğini söylemek mümkün. İskoçya’nın bağımsızlık referandumu önümüzdeki dönemde Britanya’nın en önemli gündem maddesi olmaya devam edecek ve olası bir referandumda İskoçya halkı tam ortadan ikiye bölünecektir. Bağımsızlık için yüzde 50’nin üzerinde desteğe ihtiyacı olan bağımsızlık yanlılarının en zorlu görevi ise Birleşik Krallık’tan ayrılma durumunda İskoçya’nın nasıl bir ekonomik ve siyasi durumla karşı karşıya kalacağını halka anlatmak ve onları ikna etmek olacak. Bağımsızlık durumunda ise İskoçya’yı Kuzey Denizi’ndeki petrol sahaları, ülkenin tekrar AB’ye katılması, para birimi, İngiltere’yle sınırlar gibi halledilmesi pek kolay olmayan konular bekliyor olacak.

[1] https://www.bbc.com/news/topics/c37d28xdn99t/scottish-parliament-election-2021

[2] https://yougov.co.uk/topics/politics/articles-reports/2020/08/12/scottish-independence-yes-leads-53-47

[3] https://www.ipsos.com/ipsos-mori/en-uk/support-scottish-independence-falls-back

[4] https://assets.publishing.service.gov.uk/government/uploads/system/uploads/attachment_data/file/465294/Devolution_Guidance_Note_14_orders_made_under_section_30_2_of_the_scotland_act_alterations_to_legislative_competence.pdf

[5] https://www.aa.com.tr/tr/dunya/abde-katalonya-sessizligi/924725

[6] https://www.ipsos.com/ipsos-mori/en-uk/pre-election-scots-divided-over-scottish-governments-course-action-if-uk-government-refuses-referendum

[7] https://www.gov.uk/government/statistics/country-and-regional-analysis-2020/country-and-regional-analysis-november-2020

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.